
Şekilde görülen Christian Sarkar’ın Yoksulluk Ekosistemini çok güzel anlatan görsel, uzun zamandır üzerine kafa yorduğum “prekarya” meselesiyle yakından bağlantılı olması nedeniyle dikkatimi fazlasıyla çekti. Christian’ın iznini alarak önce bu görseli Türkçeye çevirdim ve görselin genel mesajını daha anlaşılır kılmaya çalıştım.
Açıkça görülüyor ki bu “yoksulluk ekosistemi”, doğrudan kapitalist sistemin iç mantığından kaynaklanan bir dizi faktörün iç içe geçmesiyle giderek büyüyen ve derinleşen bir yapıya işaret ediyor.
Bu noktada Karl Marks’ın kapitalizmin iç çelişkilerine dair vurguladığı fikirlerin, özellikle kapitalist üretim ilişkilerinin yarattığı artı-değer sömürüsü ve gelir eşitsizliği konusundaki eleştirilerinin, bu “ekosistemi” anlamada önemli bir çerçeve sunduğunu söyleyebiliriz. Ancak esas soru, bu sistemi var eden aynı mantık içinde onu kökten çözmenin mümkün olup olmadığıdır. Burada Albert Einstein’ın “Sorunlarımızı, onları yaratan aynı düşünce tarzıyla çözemeyiz” sözü hem ufuk açıcı hem de oldukça düşündürücü bir temel sağlar.

Yoksulluk, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de sosyoekonomik kalkınma ve toplumsal refahın önündeki önemli engellerden biridir. Kavram olarak yoksulluk, genellikle gelir yetersizliği veya temel ihtiyaçlara erişememe şeklinde tanımlansa da aslında çok boyutlu ve karmaşık bir yapıya sahiptir. Türkiye’de yoksulluk, tarihsel süreç, ekonomik dinamikler, sosyal politikalar ve toplumsal değerler etrafında şekillenen bir “ekosistem” olarak ele alınmalıdır. Bu ekosistem, yoksulluğun oluşma nedenlerinden mücadele yöntemlerine kadar pek çok faktörü barındırır.
- Yoksulluk Kavramına Genel Bakış
Yoksulluk, birçok kişinin aklına ilk bakışta sadece “para eksikliği” şeklinde gelse de aslında eğitim, sağlık, barınma, beslenme ve hatta toplumsal katılım gibi konuları da kapsayan çok boyutlu bir sorundur.
Sarkar’ın görseli, yoksulluğun bu farklı boyutlarını birbiriyle ilişkili alt sistemler olarak ortaya koyuyor: Örneğin, “yetersiz gelir” yalnızca hane halkı bütçesinin değil aynı zamanda eğitim fırsatlarının, sağlık hizmetine erişimin ve toplumsal hayata katılımın da önünde engeldir. Bu durum, bir kısırdöngü yaratarak yoksulluğun nesiller boyunca aktarılmasına neden olabilir.
Aynı zamanda bu ekosistem, insanların çeşitli kırılganlık noktalarına (kayıt dışı istihdam, işsizlik, ayrımcılık, toplumsal cinsiyet eşitsizliği vb.) işaret eder. Türkiye’de yoksulluk meselesi de benzer dinamiklerle açıklanabilir: Yüksek enflasyon, düşük ücretler, eğitimdeki kalite sorunları, kentleşmenin yol açtığı yeni problemlerin yanı sıra kırsal bölgelerde süregelen geleneksel yoksulluk gibi faktörler, birbirlerini besleyen halkalar hâlinde karşımıza çıkar.
Yoksulluk, yalnızca kişilerin yeterli gelire sahip olmaması değil, aynı zamanda eğitim, sağlık, barınma, beslenme gibi temel insan ihtiyaçlarından mahrum kalma durumunu da ifade eder. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), insani gelişme indeksinde gelir düzeyinin yanı sıra sağlık ve eğitim göstergelerini de kullanarak yoksulluk analizleri yapar (UNDP, 2022). Dolayısıyla yoksulluk, bir toplumdaki bireylerin yalnızca parasal kaynaklarını değil, aynı zamanda sosyal ve insan sermayelerini de etkileyen çok boyutlu bir sorundur.
Ekonomik açıdan yoksulluk, sıkça göreli yoksulluk ve mutlak yoksulluk olarak iki ana kategoride ele alınır:
- Mutlak Yoksulluk: Belirli bir gelir seviyesi veya tüketim düzeyinin altında kalma hâlidir. Dünya Bankası, mutlak yoksulluk çizgisini günlük 2,15 dolar (satın alma gücü paritesine göre) olarak revize etmiş ve bu eşiğin altında kalanları “aşırı yoksul” olarak tanımlamıştır (World Bank, 2022).
- Göreli Yoksulluk: Bireylerin veya hanelerin ortalama gelir düzeyine kıyasla ne kadar geride kaldığına odaklanır. Göreli yoksulluk, toplumun ortalama veya medyan gelirinin belirli bir yüzdesinin altında kalma şeklinde ölçülür.
Türkiye’de yoksulluğu anlamak için bu iki yaklaşımın yanı sıra, temel ihtiyaçların ne ölçüde karşılanabildiği, eğitim ve sağlık imkânlarına erişim gibi faktörlere de bakmak gerekir. Zira kişi başına düşen gelirin artması tek başına yoksulluğun azaldığı anlamına gelmez. Aynı şekilde, “yoksulluk tuzağı” olarak adlandırılan mekanizmalar, bireylerin yoksulluk döngüsünden çıkmasını güçleştirir. Bu tuzak, düşük eğitim seviyesi, işsizlik, kayıt dışı istihdam, kadınların iş gücüne katılımındaki zorluklar, bölgesel eşitsizlikler ve benzeri unsurlarla beslenir.
- Türkiye’de Yoksulluğun Tarihsel Arka Planı
Türkiye özelinde yoksulluğun tarihsel gelişimi, Cumhuriyet’in ilk yıllarından başlayarak pek çok ekonomik ve politik kırılma noktasından geçmiştir. Osmanlı’dan devralınan tarım ağırlıklı ekonomi, erken Cumhuriyet döneminde devletçilik uygulamalarıyla sanayileşmeyi hedeflese de nüfusun büyük kesimi kırsal bölgelerde, düşük verimlilik ve yetersiz altyapı koşullarında yaşamıştır. 1950’lerde tarımda makineleşme, Marshall Yardımı ve iç göç dalgası, kırsaldaki yoksullukla kentteki işsizlik ve gecekondu bölgelerini iç içe geçirerek daha görünür kılmıştır.
1980 sonrası liberal politikalarla hızlanan kentleşme ve sermaye birikimi, elbette ekonomik büyümeyi teşvik etmiştir; ancak Marks’ın “kâr dürtüsüne” dayanan kapitalizm eleştirisi bağlamında, söz konusu büyümenin meyveleri toplumsal kesimler arasında eşit dağılmamıştır. Karl Marks’ın önemli fikirlerinden biri, kapitalist toplumda emeğin “metalaşması” ve bu süreçte emeğin karşılığının çoğu zaman üretimin gerçek değerinden düşük kalmasıdır. Türkiye’de kayıt dışı istihdam, düşük ücret politikaları ve sendikalaşma oranının düşüklüğü, bu görüşün pratikteki yansımalarına örnek olarak gösterilebilir.
Özellikle 1990’lardan itibaren yaşanan ekonomik krizler, 2001’deki büyük bunalım, 2008 küresel krizi ve son yıllarda yaşanan enflasyonist dalgalanmalar; yoksulluk sınırının altındaki nüfusu sürekli genişletmiştir. Prekarya kavramının Türkiye’de karşılık bulması da bu döneme denk gelir: Her an işini kaybetme korkusuyla yaşayan, güvencesiz ve esnek çalışma düzenine tabi bireyler, belirsizlik içerisinde sürekli bir “yoksulluk riski”yle yüzleşmektedir.
2.1. Cumhuriyet’in İlk Yılları (1923-1950)
Osmanlı Devleti’nden devralınan savaş yorgunu bir toplum, henüz belirgin bir sanayi altyapısının olmaması ve okuma-yazma oranının çok düşük seviyelerde seyretmesi, erken Cumhuriyet döneminde yoksulluk mücadelesini oldukça güçleştiren faktörlerdi. Bu dönemde temel hedef, ekonomik bağımsızlığın sağlanması ve tarımın modernizasyonu yoluyla ülkenin kendi kendine yeter hâle gelmesiydi.
- Devletçilik Politikaları: 1930’lu yıllarda uygulanan devletçilik politikası, sanayi tesislerini kurma ve kalkınmayı hızlandırma amacı taşıyordu. Sümerbank, Etibank, Demir Çelik Fabrikaları ve benzeri kurumların kuruluşu, işsizlik ve yoksullukla mücadelede kısmi bir ivme sağladı. Ancak ülkenin büyük bölümünde kırsal kesimde yaşayan halkın refah seviyesi hâlâ çok düşüktü.
- Köy Enstitüleri (1940’lar): Kırsal alandaki eğitim sorunlarını çözmek üzere açılan Köy Enstitüleri, toplumun eğitim düzeyini ve üretkenliğini artırarak yoksullukla uzun vadede mücadele etmeyi hedefledi. Bu kurumlar, özellikle tarımsal üretimi modern yöntemlerle artırmayı ve kırsal kesimdeki yaşam koşullarını iyileştirmeyi amaçlamıştı.
Yine de bu yıllarda altyapı eksiklikleri, sağlık hizmetlerinin zayıflığı ve henüz yeterince kurumsallaşmayan ekonomik yapı, geniş halk kitlelerinin düşük gelir seviyesine sahip olmasına neden oluyordu.
2.2. Çok Partili Döneme Geçiş ve 1950’ler
1946’da çok partili sisteme geçilmesi ve 1950 seçimleriyle Demokrat Parti’nin (DP) iktidara gelmesi, tarım sektöründe önemli değişikliklere yol açtı. ABD’den alınan Marshall Yardımı çerçevesinde traktör ve benzeri tarım makinelerinin sayısı arttı, karayolları yapımı hızlandı. Bu gelişmeler, tarımda kısmi bir verimlilik artışına sebep olurken, köy nüfusunun hızlı artışı ve hâlen sınırlı olan sanayileşme, yoksulluğu tam olarak ortadan kaldıramadı. Bununla birlikte,
- İç Göçün Başlangıcı: 1950’lerde ve 1960’larda başlayan iç göç dalgası, kırsal kesimdeki ekonomik zorluklardan kurtulmak isteyen büyük kitlelerin İstanbul, Ankara, İzmir gibi şehirlere akın etmesine yol açtı. Ancak kentlerde yeterli istihdam ve konut politikaları olmaması, “kent yoksulluğu”nun temellerini attı.
- Tarıma Dayalı Ekonominin Sınırları: Tarımda makineleşme, iş gücüne olan ihtiyacı azaltırken, alternatif iş alanları henüz çok gelişmediğinden kırsal alanlarda işsizliği ve yoksulluğu artırdı.
2.3. Planlı Kalkınma Dönemi (1960’lar – 1970’ler)
1960’larda devlet, beş yıllık kalkınma planları hazırlayarak ekonomik ve sosyal politikaları daha planlı biçimde yönetmeye çalıştı. Bu dönemde sanayileşme politikaları ve bazı sosyal reformlar gündeme geldi:
- Sanayi Odaklı Büyüme: Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) ve özel sektör ortaklığıyla çeşitli sanayi kollarında üretim teşvik edildi. Özellikle tekstil, çimento, demir-çelik ve otomotiv sektörlerinde kapasite artışı hedeflendi. Ancak bu büyüme, çoğunlukla kentli bir nüfusu hedefliyor, kırsal kesimdeki yoksulluğu gidermek için yeterince kapsayıcı olamıyordu.
- Sosyal Güvenlik Sisteminin Genişlemesi: 1970’lerde sosyal güvenlik kurumlarının kapsamı artırılmaya başlansa da hâlâ büyük bir kayıt dışı kesim vardı ve bu kesim herhangi bir sosyal güvenceye sahip değildi.
Bu dönemlerde ekonomik büyüme zaman zaman hızlansa da özellikle siyasi istikrarsızlıklar, 1974 petrol krizi ve dünya ekonomisindeki dalgalanmalar, Türkiye’deki enflasyonun yükselmesine ve işsizliğin artmasına neden oldu. Sonuçta, kırsal ve kentsel yoksulluk varlığını sürdürüyor, göç dalgaları ise devam ediyordu.
2.4. 1980 Sonrası Liberal Dönüşüm ve Kent Yoksulluğu
1980 askerî darbesinin ardından, Türkiye ekonomisinde köklü bir dönüşüm süreci başladı. Turgut Özal yönetiminde uygulanan liberal politikalar, dışa açık bir büyüme modelini benimsiyordu. İhracat teşvikleri, serbest piyasa uygulamaları ve yabancı yatırımcıya verilen kolaylıklar, ekonominin bazı sektörlerinde canlanma sağladı. Öte yandan:
- Köyden Kente Göçün Hızlanması: Liberal politikaların yarattığı sanayi ve hizmet sektörü büyümesi, daha fazla iş umuduyla göçü hızlandırdı. Ancak bu hızlı göç, büyük kentlerde planlama sorunları, gecekondu bölgelerinin artışı ve kayıtdışı istihdamın büyümesi şeklinde sonuçlar doğurdu.
- Enflasyon ve Gelir Dağılımı Sorunları: 1980’li ve 1990’lı yıllar, Türkiye ekonomisinde yüksek enflasyonun sıkça görüldüğü dönemler oldu. Gelir dağılımının bozulması ve sabit gelirli kesimlerin alım gücünün düşmesi, özellikle kentlerde yoksulluğu derinleştirdi.
2.5. 1990’lar: Ekonomik Krizler ve Sosyal Yoksulluk
1990’lar, Türkiye ekonomisinde yapısal sorunların su yüzüne çıktığı, siyasi istikrarsızlığın arttığı ve bir dizi ekonomik krizin yaşandığı bir dönemdi:
- 1994 Krizi: Döviz kuru dalgalanmaları ve kamu maliyesindeki açıklar, yüksek enflasyon ve devalüasyonla sonuçlandı. Pek çok işletme iflas etti, işsizlik yükseldi. Kentlerde dar gelirli kesimler, temel ihtiyaçlarını karşılamakta ciddi zorluklar yaşadı.
- 1999 Marmara Depremi: Ekonomik sorunların yanı sıra büyük doğal afetler de yoksulluğu körükledi. Marmara Bölgesi’nde yaşanan büyük deprem, binlerce insanın evsiz kalmasına, işsizliğin artmasına ve sosyal güvenlik ağlarının yetersizliğinin ortaya çıkmasına neden oldu.
Bu dönemde, aileler arası dayanışma ve sivil toplum kuruluşlarının yardımları kısmen yoksulluğun etkilerini hafifletse de yapısal değişiklikler olmadığı için krizlerin yarattığı yıkım uzun süre giderilemedi.
2.6. 2001 Ekonomik Bunalımı ve Sonrası
2001’de yaşanan büyük ekonomik kriz, Türkiye tarihinin en derin bunalımlarından biri olarak kabul edilir. Bankacılık sektöründeki çöküş, döviz kurlarındaki sert yükseliş ve yüksek enflasyon, geniş kesimleri hızla yoksulluğa sürükledi:
- İşsizlikte Ani Artış: Birçok özel sektör kuruluşu küçülmeye veya kapanmaya gitti; binlerce kişi işsiz kaldı. Sabit gelirli kesimler, yükselen enflasyon karşısında geçimlerini sağlamakta daha fazla zorlandı.
- Sosyal Politikaların Gözden Geçirilmesi: Krizin ardından gelen yapısal reformlar, bankacılık sistemini ve kamu maliyesini yeniden düzenledi. Aynı dönemde sosyal yardımların kapsamı genişletilmeye başlandı. Örneğin, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları (SYDV) daha görünür hâle geldi.
2002 sonrası dönemde siyasi istikrarın görece artması ve ekonomideki toparlanma, 2001 krizinin yoksulluğa etkilerini azaltmaya başladı. Yine de kırsal kesimdeki tarımsal sorunlar, kadın ve genç işsizliği gibi yapısal problemler devam etti.
2.7. 2008 Küresel Krizi
2008’de ABD’de başlayan ve tüm dünyaya yayılan finansal kriz, Türkiye ekonomisini de etkiledi. Fakat 2001 krizinden sonra yapılan bankacılık reformları ve kamunun bütçe disiplinine dönük önlemleri, Türkiye’nin bu küresel çalkantıdan görece daha az zarar görmesini sağladı. Yine de:
- İhracat Pazarlarındaki Daralma: Avrupa’daki durgunluk, Türkiye’nin ihracat gelirlerini düşürdü ve sanayi sektöründe daralmaya yol açtı. Bu daralma, işsizliği bir süreliğine yükseltip hanehalkı gelirlerini azalttı.
- Kayıtdışı İstihdamın Büyüklüğü: Ekonomik belirsizlik dönemlerinde işverenler, kayıt dışı çalıştırmayı tercih ediyor. Dolayısıyla yoksulluk riski yüksek kesimlerin sosyal güvenlikten mahrum kalması, krizin etkilerini daha da derinleştirdi.
2.8. 2010’lar: Yükselen Büyüme ve Sonrasındaki Dalgalanmalar
2010’ların başında Türkiye ekonomisi, hızlı bir büyüme trendine girdi. Altyapı yatırımları, inşaat sektörünün canlanması ve artan iç tüketim, kısa vadede refahı kısmen artırsa da gelir adaletsizliğini ve yoksulluğu ortadan kaldırmaya yetmedi.
- Bölgesel Kalkınma Farklılıkları: Bu dönemde büyükşehirler hızlı büyürken, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde hâlâ yüksek işsizlik ve düşük gelir seviyeleri devam etti. Bu eşitsizlik, iç göç dalgalarını canlı tuttu ve kent yoksulluğunu besledi.
- 2013 Sonrası Kurlardaki Dalgalanmalar: 2013 itibarıyla küresel ölçekte yaşanan likidite daralması ve Türkiye’deki siyasi belirsizlikler, Türk Lirası’nın değer kaybetmesine neden oldu. Döviz kurlarındaki artış, ithal girdi maliyetlerini yükseltti, enflasyonu tetikledi ve dar gelirli kesimlerin alım gücünü zayıflattı.
2.9. Pandemi (2020-2021) ve Sonrası
2020’de küresel boyutta etkili olan COVID-19 salgını, Türkiye’de de birçok sektörü olumsuz etkiledi. Özellikle hizmet, turizm ve küçük işletmeler, kapanmalar ve kısıtlamalar nedeniyle büyük yara aldı:
- Kayıt Dışı ve Günlük Çalışanlar: Turizm, restoran, kafe ve perakende gibi sektörlerde kayıtdışı ve günlük kazanca dayalı işlerde çalışanlar, gelirlerini tamamen kaybetme riskiyle karşılaştı. Bu durum, kent yoksulluğunu pandemi sürecinde hızla derinleştirdi.
- Devlet Destekleri ve Sosyal Yardımlar: Pandemi döneminde dar gelirli hanelere yönelik nakdi yardımlar ve kısa çalışma ödeneği gibi uygulamalar devreye girdi. Ancak yardım mekanizmalarının kapsamı yeterli olmadı, kayıt dışı çalışan kesimler çoğunlukla bu desteklerden mahrum kaldı.
2.10. 2023-2025 Dönemi: Ekonomik Dalgalanmalar, Doğal Afetler ve Yeni Zorluklar
2023 ve sonrası, Türkiye için hem ekonomik hem de toplumsal açıdan çalkantılı bir dönem olarak kayıtlara geçmektedir:
- 2023 Depremleri ve Bölgesel Yoksulluk: 2023’te meydana gelen büyük depremler, özellikle Güney ve Doğu Anadolu bölgelerinde binlerce insanın hayatını kaybetmesine, altyapının zarar görmesine ve büyük bir insani kriz yaşanmasına neden oldu. Deprem bölgelerinden farklı şehirlere doğru yeni bir göç dalgası başladı. Barınma, istihdam ve temel ihtiyaçların karşılanması konusunda yaşanan zorluklar, hâlihazırda var olan yoksulluk sorununu daha da derinleştirdi.
- Yüksek Enflasyon ve Alım Gücü Kayıpları: 2023-2025 arası dönemde enflasyon oranlarının yükselmesi, düşük ve orta gelirli grupların gelirlerini reel olarak eritti. Gıda, enerji ve barınma maliyetlerindeki artışlar, yoksulluk sınırının altında yaşayan kesimlerin sayısını artırdı.
- Uluslararası Ekonomik Ortam ve Jeopolitik Riskler: Küresel enerji fiyatlarındaki dalgalanmalar, Rusya-Ukrayna çatışmasının bölgesel ticarete etkileri ve jeopolitik gerginlikler, Türkiye’nin ihracat piyasalarını ve turizmini dalgalı bir seyirle karşı karşıya bıraktı. Bu tür belirsizlikler, ekonomik planlama ve istihdam yaratma çabalarını sekteye uğratarak yoksulluk riskini yükseltmeye devam ediyor.
- Para Politikaları ve Sosyal Yardım Politikalarının Etkisi: 2025’e doğru ilerlerken, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) faiz ve kur politikaları ile hükûmetin uyguladığı sosyal yardım programları, yoksullukla mücadelenin ana araçları hâline geldi. Ancak ekonomik istikrar sağlanamadığı sürece, enflasyonist ortam ve işsizliğin yüksek seyri nedeniyle dar gelirli kesimler daha kırılgan kalmaktadır.
2025’e Uzanırken Yoksulluk Ekosistemi
Gelinen noktada Türkiye’de yoksulluk, tarihsel olarak birikmiş yapısal sorunların, küresel ve bölgesel krizlerin ve ülkenin kendi iç dinamiklerinin kesişiminde daha da çetrefilli hâle gelmiştir. 1923’ten itibaren tarımın modernizasyonu, sanayileşme, kentsel büyüme, krizler ve reformlarla şekillenen yoksulluk olgusu, 2025’e yaklaşırken hâlâ çözüme kavuşmuş değildi. Kent ve kırsal arasındaki gelir uçurumu, kayıt dışı istihdamın yaygınlığı, enflasyonist baskılar ve doğal afetlerin yıkıcı etkisi, yoksulluk ekosistemini canlı tutan ana unsurlardır.
Tüm bu tarihsel arka plan, Türkiye’de yoksulluğu anlamak için tek boyutlu bir yaklaşımın yetersiz kalacağını gösterir. Ekonomi politikaları, sosyal güvenlik mekanizmaları, eğitim ve sağlık altyapısı, toplumsal cinsiyet rolleri ve bölgesel kalkınma gibi alanlarda kapsamlı dönüşüm gerekmektedir. Özellikle 2023 depremlerinin etkileri ve devam eden enflasyonist ortam, 2025 ve sonrasına dair yoksullukla mücadeleye yönelik stratejilerin aciliyetini gözler önüne sermektedir.
Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren kökleşmiş yapısal sorunların pandemi, doğal afetler ve küresel ekonomideki gerilimlerle birleşmesi sonucu ortaya çıkan bu tablo, Türkiye’de yoksulluğun bir “ekosistem” olarak ele alınmasını zorunlu kılmaktadır. Yoksulluk, yalnızca ekonomik büyüme rakamlarıyla değil, aynı zamanda sürdürülebilir kalkınma, toplumsal dayanışma, doğru yönetilen göç ve iş gücü piyasası politikaları, kapsayıcı eğitim ve sağlık sistemleriyle ancak uzun vadede azaltılabilir. Dolayısıyla 2025 ve sonrasına yönelik öngörüler, kapsamlı reformlar ve bütüncül yaklaşım olmadığı sürece yoksulluk sorununun kronik bir nitelik taşımaya devam edeceğini göstermektedir.
- Yoksulluğun Çok Boyutlu Nedenleri
Guy Standing’in literatüre kattığı “prekarya” terimi, iş güvencesi olmayan, sosyal haklara erişimi sınırlı ve geleceğe dair kaygılarla yaşayan yeni bir toplumsal sınıfı anlatır. Türkiye’de asgari ücretli çalışanların önemli bölümü, sözleşmeli personeller, freelance çalışanlar ya da mevsimlik işçiler bu tanıma büyük ölçüde uyar. Sarkar’ın görselinde de yoksulluk ekosistemi, belirsiz ve tehlikeli çalışma koşullarını, yetersiz geliri ve sosyal hak eksikliğini birbirini besleyen unsurlar olarak gösterir.
Prekarya, sadece ekonomik kırılganlıkla değil, aynı zamanda kimlik ve aidiyet bunalımıyla da bağlantılıdır. Yani birey, hem gelir açısından riskli bir konumda bulunur hem de toplumsal olarak “alt” tabakaya itilir. Bu durum, fırsat eşitsizliğini katmerlendirerek yoksulluk döngüsünü nesiller boyu sürdürebilir.
Yoksulluk, temelde bireysel, kurumsal ve yapısal etkenlerin ortak ürünüdür. Türkiye’de bu nedenleri anlamak, yoksulluk ekosistemini bütüncül biçimde analiz edebilmek için kritik önem taşır.
3.1. Ekonomik Büyümenin Kırılgan ve Eşitsiz Yapısı
Türkiye, dönem dönem yüksek büyüme oranları yakalasa da bu büyümenin her zaman adil bir gelir dağılımına ve istihdam artışına dönüşmediği gözlemlenir. İhracata dayalı büyüme modelleri, bazı sektörlerin ve bölgelerin gelişmesini desteklerken, diğer alanlarda işsizlik ve düşük ücret sorunları devam eder. Tarım ve hayvancılık sektörlerinde yaşanan yapısal sorunlar ve teknolojik dönüşümlerin yarattığı dışlanma da kırsal yoksulluğun artmasına neden olur.
3.2. Kayıt Dışı İstihdam ve Düşük Ücretler
Türkiye’de kayıt dışı istihdam oranı hâlâ oldukça yüksektir. Bu durum, çalışanların sosyal güvenlikten yararlanamaması, asgari ücretin altında çalışma ve iş güvencesi eksikliği gibi sorunları beraberinde getirir (TÜİK, 2022). Kayıt dışı istihdam, yoksulluk ekosistemini derinleştiren başlıca faktörlerden biridir. Düşük vasıflı işçilerin pazardaki konumu, düşük ücretli işlere sıkışmışlık ve sendikalaşma oranının düşüklüğü, yoksulluk riskini artıran unsurlar arasındadır.
3.3. Eğitime Erişim ve Eğitim Kalitesi
Eğitim, yoksulluktan çıkışın en etkin yollarından biri olarak kabul edilir. Ancak Türkiye’de bölgesel eşitsizlikler ve sosyoekonomik farklılıklar, eğitimin kalitesine ve sürdürülebilirliğine erişimi sınırlamaktadır. Özellikle kırsal bölgelerde okullaşma oranlarının düşüklüğü, kız çocuklarının eğitimine verilen önemin yetersiz olması ve mesleki eğitimdeki sorunlar, yoksulluk döngüsünü kırmayı zorlaştırır. Üniversite mezunu işsizliği bile, nitelik-nicelik uyuşmazlığı nedeniyle giderek artmaktadır. Bu da yoksulluğun “eğitimle aşılabileceği” fikrini kısmen zayıflatmakla birlikte, eğitim reformlarının önemini ortadan kaldırmaz.
3.4. Bölgesel ve Kentsel Eşitsizlikler
Türkiye’de yoksulluk, coğrafi olarak homojen dağılmamaktadır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri, Orta Anadolu’nun bazı kesimleri, iş ve yatırım olanaklarının sınırlı olması nedeniyle daha yüksek yoksulluk oranlarına sahiptir. Megakentlerde ise yüksek yaşam maliyeti, konut fiyatları ve işsizlik, kent yoksulluğunun artmasına yol açar. Bu durum, hem iş gücü mobilitesini hem de göç dinamiklerini etkileyerek yoksulluğun kent ve kırsal bölgeler arasında farklılaşmasına neden olur.
3.5. Sosyal ve Kültürel Faktörler
Aile yapısı, toplumsal cinsiyet rolleri, geleneğe dayalı bakış açıları ve sosyal ağların varlığı gibi faktörler, yoksulluğun sürmesinde önemli rol oynar. Geniş ailelerde tek bir kişinin gelirine bağımlı kalmak, kadınların iş gücüne katılımının düşük olması, erken yaşta evlilikler ve çocuk işçiliği, yoksulluk ekosistemini besleyen sosyal sorunlardır. Bu konularda farkındalık yaratılması ve toplumsal dönüşüm için atılacak adımlar, yoksullukla mücadelede kritik önemdedir.
- Türkiye’de Yoksullukla Mücadele Politikaları ve Aktörler
Yoksulluk ekosisteminin çok boyutlu doğası, çözüm için de bütüncül politikalar gerektirir. Türkiye’de bu konuda hem devlet kurumları hem de sivil toplum kuruluşları (STK) ve uluslararası kuruluşlar çeşitli projeler yürütmektedir.
4.1. Devlet Kurumları ve Kamu Politikaları
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı başta olmak üzere çeşitli kamu kuruluşları, yoksullukla mücadele kapsamında sosyal yardım programları, istihdam teşvikleri ve eğitim destekleri verir, veya vermeye çalışır. Örneğin, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları (SYDV) aracılığıyla düşük gelirli ailelere nakdi ve ayni yardımlar yapılmaktadır. Ayrıca, kırsal bölgelerde istihdam yaratmayı amaçlayan kalkınma ajansları ve KÖYDES gibi projeler, altyapı ve ekonomik faaliyetlerin geliştirilmesini hedefler.
Ancak kamunun bu konudaki çabalarının sürdürülebilirliği ve etkisi tartışma konusudur. Sosyal yardımların varlığı, anlık ihtiyaçları kısmen karşılayarak yoksulluğu hafifletse de “balık vermek yerine balık tutmayı öğretme” yaklaşımının eksik kalması, yoksulluk döngüsünün kırılmasını zorlaştırır (TÜSEV, 2021). Dolayısıyla sosyal yardım programlarının yanında eğitim, istihdam ve girişimcilik destekleri gibi yapısal önlemlere ağırlık verilmesi gerekir.
4.2. Sivil Toplum Kuruluşları
Türkiye’de yoksullukla mücadelede STK’lar önemli bir aktördür, Kızılay, Darüşşafaka Cemiyeti gibi kuruluşlar, farklı hedef gruplarına yönelik yardım, eğitim ve barınma projeleriyle yoksulluk ekosistemini hafifletmeye çalışır. Özellikle doğal afetler veya kriz dönemlerinde, bu kuruluşların etkin rolü daha da belirgin hâle gelir. STK’ların yürüttüğü programlar, genellikle belirli bir bölgede veya belirli bir demografik grupta yoğunlaşır.
4.3. Uluslararası Kuruluşlar ve Fonlar
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), Dünya Bankası ve Avrupa Birliği gibi uluslararası kuruluşlar, Türkiye’de yoksullukla mücadeleye teknik destek, fon ve danışmanlık sağlayarak katkıda bulunurlar. Özellikle kırsal kalkınma, eğitim projeleri, kadın girişimciliğinin desteklenmesi ve mültecilere yönelik yardım programları, uluslararası fonların öncelikli alanları arasında yer alır (World Bank, 2022). Ancak bu desteklerin uzun vadeli etkisi, ulusal politikalarla entegrasyon seviyesine bağlıdır.
- Türkiye’de Yoksulluk Ekosisteminin Güncel Durumu
5.1. İstatistiklere Genel Bakış
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan güncel verilere göre, yoksulluk oranları son birkaç yılda dalgalı bir seyir izlemektedir. Pandemi etkisiyle 2020 ve 2021 yıllarında işsizlik oranının yükselmesi ve özellikle hizmet sektörünün kapanması, dar gelirli ve kayıt dışı çalışan kesimin gelirlerini olumsuz etkilemiştir. Enflasyonun yükselişi, sabit gelirli vatandaşların alım gücünü düşürmüş, gıda enflasyonu “gıda yoksulluğu” riskini artırmıştır (TÜİK, 2022).
Buna ek olarak, gelir dağılımı eşitsizliği (Gini katsayısı) Türkiye’de hâlâ önemli bir sorundur. Gelir dağılımındaki adaletsizlik, yüksek gelirli kesim ile düşük gelirli kesim arasındaki makası açarak göreli yoksulluğu artırır. Eşitsizliğin, sosyoekonomik ve siyasi istikrarı da tehdit ettiği yönündeki görüşler (Piketty, 2014), Türkiye için de geçerliliğini korumaktadır.
5.2. Yoksulluk, Göç ve Mülteci Meselesi
Son dönemde Türkiye, hem iç göç hem de dış göç (özellikle Suriyeli mülteciler) açısından yoğun hareketlilik yaşamaktadır. Türkiye’de geçici koruma altında bulunan milyonlarca Suriyeli mülteci, iş gücü piyasasında kayıt dışı çalışmak zorunda kalırken, aynı zamanda kamusal hizmetlere erişimde güçlükler yaşamaktadır. Bu durum, Türkiye’deki yoksulluk ekosistemini daha da karmaşık hâle getirmektedir (UNHCR, 2022). Mültecilerin büyük bir kısmının düşük ücretli işlere yönelmesi, yerli işçilerle rekabet algısına yol açmakta ve yoksullukla mücadele politikasını çok boyutlu hâle getirmektedir.
5.3. Kadınların ve Gençlerin Durumu
Türkiye’de kadın iş gücüne katılım oranı, OECD ülkeleri ortalamasının gerisindedir. Bu durum, yoksulluk riskini özellikle kadınlar açısından yükseltmektedir. Eve kapanma, erken evlilik, ücretsiz aile işçiliği ve toplumsal cinsiyet kalıpları gibi konular, kadınların ekonomik ve sosyal hayattaki konumunu zayıflatır. Gençler arasında işsizlik ve geleceğe dair kaygılar da yoksulluk ekosisteminin bir parçasını oluşturur. Eğitimini tamamladıktan sonra istihdam piyasasına girişte yaşanan sorunlar, mezun gençlerin düşük ücretli veya vasıfsız işlerde çalışmak zorunda kalmasına yol açmaktadır (TÜİK, 2022).
- Yoksulluk Ekosistemini Güçlendiren Mekanizmalar
Yoksulluk, yalnızca parasal yetersizliklerden doğmaz; aksine ekonomik, sosyal, politik, kurumsal ve kültürel faktörlerin kesişiminde ortaya çıkan bir yapıdır. Türkiye’de yoksulluk ekosistemini canlı tutan pek çok mekanizma vardır. Bu faktörlerden bazıları doğrudan ekonomik koşullara işaret ederken, bir kısmı da toplumsal değerler, dini inançlar ve kültürel normlardan beslenir. Bu sebeple yoksulluk ekosisteminin devamlılığını sağlayan mekanizmaları anlamak, sürdürülebilir çözümler üretmek için kritik öneme sahiptir.
6.1. Yoksulluk Kültürü
Uzun yıllar yoksulluk koşullarında yaşayan topluluklar, geleceğe dair umutlarını kaybederek bir “yoksulluk kültürü” geliştirir. Bu kültürde eğitim beklentisi ve sosyal hareketlilik inancı düşük, erken yaşta iş hayatına atılma veya evlilik daha yaygındır. Aile içi dayanışma önemli olmakla birlikte, bu dayanışma şekli bazen bireylerin kendi potansiyellerini kullanarak ekonomik durumlarını iyileştirmelerini engelleyebilir. Kırsal ya da kent çeperlerinde kuşaklar boyu süren yoksulluk, öğrenilmiş çaresizlik duygusunu besleyerek ekonomik ve toplumsal eşitsizliğin devam etmesine zemin hazırlar (Lewis, 1966).
6.2. Krediye Erişim Zorlukları
Düşük gelirli kesimlerin bankacılık sistemine sınırlı erişimi, yatırım yapma ve kendi işini kurma fırsatlarını kısıtlar. Mikrokredi uygulamaları veya katılım bankacılığı gibi alternatif finansman araçları, kısmen bu boşluğu doldurmaya çalışsa da henüz yeterince yaygın ve erişilebilir değildir. Özellikle tarım veya küçük ölçekli ticaretle uğraşan haneler, teminat gösteremediği için kredi alamaz ve yoksulluk döngüsünden çıkmakta zorlanır.
6.3. Kayıt Dışılık ve Düşük Vergi Tabanı
Kayıt dışı ekonominin büyük bir hacme sahip olması, devletin vergi gelirlerini kısıtlar; dolayısıyla sosyal politikalara ayrılabilecek kaynakları da azaltır. Kayıt dışı çalışanların sosyal güvenlik haklarından yoksun olması, iş kazaları ve hastalıklar karşısında kırılganlığı artırır. Kayıt dışı çalışmanın yaygınlığı, işverenlerin maliyet düşürme motivasyonuyla birleşince, toplumun geniş bir kesimi sürekli olarak yoksulluk veya yoksulluk riski altında kalır.
6.4. Merkeziyetçi Yapı ve Yerel Yönetimlerin Zayıflığı
Türkiye’de merkezi yönetim, kamu kaynaklarının dağıtımında belirleyici konumda olsa da yerel yönetimlerin yetki ve mali kaynakları sınırlıdır. Özellikle yoksullukla mücadele gibi sahada anlık müdahale ve uzun vadeli kalkınma gerektiren konular, yerel inisiyatifleri ve hızlı çözümleri zorunlu kılar. Fakat merkeziyetçi yapı, belediyeler veya yerel sivil toplum kuruluşlarının proje ve program geliştirmesinde engeller yaratabilir. Bu da yoksulluk ekosisteminin bölgesel farklılıkları derinleştirmesine yol açar.
Bu bölümler birlikte değerlendirildiğinde, Türkiye’de yoksulluk ekosisteminin çok katmanlı bir yapıya sahip olduğu açıktır. Ekonomik etmenlerin yanı sıra, kültürel, dini ve kurumsal faktörler de yoksulluğun sürmesine katkı sunar. Yoksullukla mücadelede ise ancak bu faktörlerin her birini dikkate alan, çok yönlü ve bütüncül politikalarla etkili sonuçlar elde edilebilir.
- Yoksulluk Ekosisteminin Azaltılmasına Yönelik Öneriler
Yoksullukla mücadelede başarı için çok yönlü ve sürdürülebilir politikalar gereklidir. Gelir dağılımı adaletinden eğitime, sağlık hizmetlerinin erişilebilirliğinden kadın istihdamını artırmaya kadar geniş bir alanda reformlar kaçınılmaz görünmektedir.
7.1. Eğitim Reformları ve Beceri Geliştirme
Eğitim, yoksullukla mücadelede en kritik araçlardan biridir. Özellikle mesleki eğitim, teknoloji okuryazarlığı ve yaşam boyu öğrenme programları, genç nüfusun iş gücü piyasasında daha rekabetçi hâle gelmesini sağlayabilir. Eğitim reformlarının sadece müfredatla sınırlı kalmayıp, mesleki yönlendirme ve staj imkânlarını kapsaması önemlidir (MEB, 2021). Ayrıca, eğitimde cinsiyet eşitliği gözeterek kız çocuklarının eğitime devamlılığını destekleyen burslar ve teşvikler yaygınlaştırılmalıdır.
Eğitimin ticarileştirmiş olması erişilebilirlik ve kalite sorunlarını da beraberinde getirmektedir.
7.2. Kayıt Dışı İstihdamın Azaltılması ve Sendikalaşma
Kayıt dışı istihdam, yoksulluk ekosistemini besleyen en büyük problemlerden biridir. Bu sorunun çözümü için işverenlere teşvikler sunarak kayıtlı istihdama geçişi özendiren politikalar geliştirilebilir. Aynı zamanda sendikalaşmanın güçlendirilmesi, çalışanların haklarına erişimini kolaylaştırır, ücret seviyelerini yükseltir ve sosyal güvenceleri artırır. Tüm bunlar, yoksulluğun temelini oluşturan kırılgan istihdam yapısını kısmen iyileştirebilir (ILO, 2022).
7.3. Kadın ve Genç Girişimciliğini Destekleme
Kadınların iş gücüne katılım oranının artması, yoksullukla mücadelede çok büyük bir potansiyel sunar. Kadın girişimciliğini destekleyen mikrokredi uygulamaları, vergi teşvikleri ve danışmanlık hizmetleri, aile gelirini çeşitlendirebilir. Benzer şekilde, gençler arasında girişimciliğin teşvik edilmesi, yenilikçi fikirlerin hayata geçmesini sağlayarak yeni istihdam alanları yaratabilir. Teknoloji tabanlı girişimler, özellikle internet erişiminin yaygın olduğu bölgelerde, yoksulluğu azaltmaya katkı sunacak dinamikler barındırır.
7.4. Bölgesel Kalkınma Stratejileri
Türkiye’de yoksulluk coğrafi farklılıklar gösterdiği için bölgesel kalkınma stratejileri önem kazanır. Kırsal bölgelerde tarım ve hayvancılığın modernizasyonu, yerel ürünlerin pazarlanması ve turizm potansiyelinin değerlendirilmesi, yoksulluk ekosistemini hafifletecek çözümler arasında yer alır. Ayrıca kamu ve özel sektör iş birliğiyle organize sanayi bölgeleri ve teknoloji geliştirme bölgelerinin yaygınlaştırılması, yerel halk için istihdam fırsatlarını artırabilir (Kalkınma Ajansları, 2021).
7.5. Sosyal Politikaların Etkinliği ve Şeffaflık
Sosyal yardım programlarının sürdürülebilir olması ve gerçek ihtiyaç sahiplerine ulaşması için veri tabanlarının güncel ve kapsamlı olması şarttır. Özellikle hane geliri, demografik özellikler ve bölgesel ihtiyaçlara dair verilerin düzenli olarak toplanması, yardımların suistimal edilme riskini azaltır ve etkinliğini yükseltir. Sosyal politikaların tasarımında ve uygulamasında şeffaflık, kamuoyu güvenini artırarak yardımların toplumsal kabulünü güçlendirir.
Türkiye’de Yoksulluk Ekosistemine Bütüncül Bir Bakış
Bu noktada Einstein’ın “Sorunlarımızı, onları yaratan aynı düşünce tarzıyla çözemeyiz” sözüne geri dönmekte fayda var. Sarkar’ın görseli, yoksulluk ekosisteminin tek bir müdahaleyle çözülemeyecek kadar çok katmanlı olduğunu vurgular. Tıpkı Marks’ın teorilerinde olduğu gibi, kapitalist üretim ilişkilerinin temelinde var olan eşitsizlik mantığıyla yoksulluğun tam olarak giderilmesi güçleşmektedir. Çünkü sistemin kendisi, sürekli rekabet ve maliyet minimizasyonu üzerine kurulduğundan, emeğin değeri çoğu zaman ikinci plana itilir.
Dolayısıyla “yeni bir düşünce tarzı” gerektiği vurgusu, yalnızca politik makro düzeydeki radikal değişiklikleri değil, aynı zamanda yerelde ve mikro ölçekte dayanışmacı ekonomiler, kooperatif girişimleri, hak temelli sosyal politikalar ve katılımcı demokrasi anlayışını da içerir. Kimi yaklaşımlara göre yerel yönetimlerin daha güçlü kılınması, kooperatifleşmenin yaygınlaşması, sosyal girişimcilik modellerinin desteklenmesi ve eğitim reformlarının derinleştirilmesi; yoksulluğu azaltma konusunda sürdürülebilir adımlar olabilir.
Türkiye’de yoksulluk, tarihsel, sosyal, ekonomik, politik ve kültürel faktörlerin kesişiminde ortaya çıkan, çok boyutlu bir sorundur. Ülke, dönem dönem yüksek ekonomik büyüme oranları yakalasa da bu büyüme her zaman gelir adaletine ve sürdürülebilir sosyal kalkınmaya dönüşmemektedir. Yoksulluğun devamlılığını sağlayan mekanizmalar arasında kayıt dışı istihdam, düşük eğitim kalitesi, kadınların iş gücüne katılımındaki zorluklar, bölgesel eşitsizlikler ve merkeziyetçi politikalar yer alır. Aynı zamanda göç ve mülteci sorunları da yoksulluk ekosisteminin yapısını daha karmaşık hâle getirmiştir.
Yoksullukla mücadelede devletin sosyal yardım programları, STK’ların hedef odaklı projeleri ve uluslararası kuruluşların fon desteği önemli rol oynamaktadır. Ancak bu çabaların sürdürülebilirliği ve başarısı, çok yönlü ve bütüncül bir yaklaşıma ihtiyaç duyar. Eğitim reformları, kayıt dışı istihdamın azaltılması, kadın ve genç girişimciliğinin desteklenmesi, bölgesel kalkınma stratejileri ve sosyal politikaların şeffaf uygulanması gibi alanlarda iyileştirmeler yapılmadan yoksulluk ekosisteminin kırılması zordur.
Geleceğe dair umut verici nokta ise Türkiye’nin genç ve dinamik bir nüfusa sahip olması, stratejik konumu sayesinde ticaret ve turizm gibi alanlarda büyük potansiyele sahip olmasıdır. Doğru politikalar ve kapsayıcı kalkınma stratejileriyle, yoksulluk oranlarının önemli ölçüde düşürülmesi mümkündür. Ayrıca dijital dönüşümün hız kazanmasıyla, iş gücü piyasalarında esneklik ve yeni istihdam modelleri devreye girebilir. Online eğitim platformlarıyla eğitimde fırsat eşitliği sağlanabilir, dijital girişimler kırsal bölgeler için bile yeni fırsatlar oluşturabilir.
Bu noktada yapılması gereken, yoksulluk ekosistemini bir bütün olarak görmek ve tek seferlik çözümler yerine sürekliliği olan, çok boyutlu politika setleri uygulamaktır. Sosyal yardımlar, sağlıklı bir “sosyal güvenlik ağı” oluşturmalıdır; ancak bu ağ, bireyleri sürekli bağımlı kılan değil, onları üretken ve özgüvenli hâle getiren mekanizmalarla güçlendirilmelidir. Kayıt dışı ekonominin azaltılması, vergi tabanının genişletilmesi ve gelir dağılımının adil bir zemine oturtulması da yoksulluğun yapısal boyutuna çare üretebilecek adımlardır.
Sonuç olarak, “Türkiye’de Yoksulluk Ekosistemi” çok yönlü ve karmaşık bir yapı sergilemektedir. Ekonomik, sosyal ve kurumsal reformların başarılı şekilde entegre edilmesi, yoksulluğu azaltmada kritik rol oynayacaktır. Bugün atılacak kapsamlı adımlar, gelecek nesillerin daha adil, daha müreffeh ve daha eşitlikçi bir toplumda yaşamasına olanak sağlayacaktır.
“Türkiye’de Yoksulluk Ekosistemi” KOBİTEK de